15 Ocak 2014 Çarşamba


 
 
HAMİLELİKTE MAHALLE BASKISI
 
Esra Erol'un talihsiz hamilelik olayıyla ilgili Ayşe Özyılmazel ve Mevlüt Tezel'in yazdıklarını okudum. 

Mevlüt Tezel diyor ki,  hamileyken bebeğini kaybeden  Esra Erol keşke stresli ve yorucu işine devam etmek yerine sezona ara verseydi. Belki bebeğini kaybetmezdi. Ekran önündeki hamile ünlüler topluma örnek oluyorlar.  Çok az kilo almayı, doğuma kadar çalışmayı normalleştiriyorlar. Yanlış mesaj veriyorlar.

Ayşe Özyılmazel de karşı çıkıyor. Diyor ki hamilelik hastalık değildir. Hamileler normal hayatlarına devam etmeliler. Esra Erol’u çalışmaya devam ettiği için veya Çağla Şıkel’i, Ebru Şallı’yı çok az kilo aldığı için eleştirmek yersiz.

Üzgünüm Ayşe, bence Mevlüt haklı.

Toplumun gözü önündeki kişiler rol modeli oluyorlar ve onları her kesimden insanlar örnek alıyor.

Hamilelikte kilo almamayı başarmış olabilir bazı ünlüler. Neticede diyetisyenleri, doktorları, spor koçları var sürekli danıştıkları. Son derece dengeli beslenip, spor yaparak hem bebeği yeterince besleyip, hem de fazla kilo almamayı başarabilirler. Hem çalışıp, hem de gerektiğinde yeterince dinlenip dengeyi koruyabilirler.

Ama bu imkanlara sahip olmayan bir kadın fazla kilo almadan ya da hamile değilmiş gibi çalışmaya devam ederek hamilelik geçirmeye kalktığında sonuç facia olabiliyor. Bir kere toplumda, özellikle erkeklerde şöyle bir algı oluşuyor; "bak fazla kilo almadan da hamile olunabiliyormuş, demek ki bizim hatun çok yiyor" sonra hamile karısına "çok şişmanladın" serzenişleri başlıyor. Zayıflık takıntısı olan kadınlarda da aynı algı oluşuyor.

Hamilelikte çalışma konusunda da benzer bir durum söz konusu. Evet hamilelik hastalık değil ama ilk üç ve son üç ayda daha dikkatli olmak gerekiyor. Spor yaparken de, yemek yerken de hamile olduğunu göz önünde bulundurarak ona göre davranmak gerekiyor.  Dinlenmen gerektiğinde vücudunun sesine kulak vermen gerekiyor. Ama rol modellerimiz nerdeyse son güne kadar ekranlarda göründüğü için, patronlar, çalışan hamilelerden de son güne kadar eski tempolarında işlerine devam etmelerini, neredeyse işten çıkıp doğuma gitmelerini bekliyor. Böyle yapanlar da var, şahidim. Ama her hamilelik bir değil. Ve bunu sadece yaşayan bilir. 

Hamile bir ünlü çok yorulunca işini ona göre uydurup dinlenebilir. Ama sıradan hamilenin böyle bir imkanı yoktur. Göz önünde olan hemcinslerinin aksine toplu taşıma araçlarıyla işe gidip gelmek, uzun mesai saatlerine ayak uydurmak zorundadır.  Öyle yoruldum, sancılandım dinleneyim deme şansı da yoktur. Önlerinde harıl harıl çalışıyor görülen, hamile ama hala zayıf rol modelleri varken, patronuna, kocasına, çevresine derdini anlatması da mümkün değil artık.

Durumun vehameti nerde peki diye soracaksınız. Cevap bebekte.  Hastaneler düşük doğum kilolu, vaktinden önce, gelişimini tamamlayamadan doğmuş bebeklerle dolu. Bunun sonucu da gelişim geriliği. Yani yaşının gereklerini yapma yetisinden yoksun bebekler, çocuklar. 

İki çocuk annesi, full time çalışan bir kadın olarak söylüyorum bunları.

 İlk hamileliğim bebek aşağıda olduğu için çok ağırdı. Her allahın günü performansımın düştüğünden şikayet eden bir müdürle günde 14 saat çalışıyordum. Doktorum tüm diğer doktorlar gibi “çalışabilirsin, hamilelik hastalık değildir” diyordu. Ama “sancılandığında ayaklarını uzatıp, yarım saat dinlen” de diyordu. Oysa patronlar doktorların ilk cümlesine kulak verir, ikincisini ise kulak arkası eder. Öte yandan kayın validem ve eşim benimle aynı anda hamile olan Ebru Şallı’ı gösterip gösterip benim ne kadar çok kilo aldığımdan, onun nasıl incecik kaldığından dem vuruyordu. Ben de yediklerime dikkat ediyor, sağlıklı ve dengeli besleniyordum ama, 15 kilo almıştım işte. Davul gibi şişmiştim.

Sonuçta, o kadar yoğun çalışmaya bebek daha fazla dayanamadı ve 1 ay önce doğdu.  Allahtan yeterli ve iyi beslendiğim , patronumun kovarım imalarına kulak asmayıp stres yapmadığım için  bebeğin kilosu ve gelişimi normaldi. Benden iki ay önce doğum yapan bir iş arkadaşım ise benim kadar şanslı değildi. Bebeği düşük bir kiloda doğdu ve gelişme geriliği var hala. İşyerindeki yüksek stres bebeğe yeterince kan gitmesini engellemiş. Beyindeki bazı bölgeler yeterince gelişmemiş. Zayıflık takıntısını hamileliğinde de sürdüren bir başka arkadaşımın çocuğunda da var gelişme geriliği .  Doktorun deyimiyle hem kendisini hem bebeğini aç bırakmış.

Mahalle baskısı öyle bir şey ki , üniversite mezunu insanları bile etkisi altına alıyor. Hamilelikte mahalle baskısı ise ömür boyu vicdana yük, yüreğe dert sonuçlar doğurabiliyor.  Hanımlar siz siz olun, eğer bir gün diler de hamile kalırsanız, mahallenin, mantığınızın değil kalbinizin ve bebeğinizin sesine kulak verin. Onlar size doğruları söyler.